Ataerkil Toplumun Doğumu ve Türkler

İnsanlığın doğasında var olan yaşama, yaşamı devam ettirme iç güdüsü, her çağda karşılaşılan zorlu koşullar sebebiyle kendine bir sığınak aramıştır. Yaşamını devam ettirecek, onu tehlikelerden koruyacak, gerektiğinde istediği şeyi zorbalıkla elde edecek bir sığınaktır bu. Biyolojik olarak kadın ve erkeği birbirinden ayıran, erkeği toplum içerisinde daha değerli kılan bu sığınağa “güç” demiştir insanoğlu.

İlkel çağlarda doğada yaşamını avcılıkla sürdüren insanoğlu için avlanmak sadece karnını doyurmak anlamına gelmiyordu. Avlanılan hayvanın kürkü ve kemikleri kendileri için birçok gerekli araç gereç yapımında kullanılıyordu. Soğuktan korunmanın bir yoluydu avlanılan hayvanın kürkü. Avlanmanın yanında yırtıcı hayvanlara karşı kendini koruyabilme sorunu da vardı. Yırtıcı bir hayvan ile karşılaşıldığında kim nasıl engel olacaktı, kim aileyi kurtarabilirdi, buna kimin gücü daha çok yeterdi?

Savaş icat edilmeseydi kadın erkek ayrımı problemimiz olmazdı der Alfred Adler. İlkel çağların savaşları bugünün savaşları gibi  bir tuşla kilometrelerce uzaklara bombalar yağdırmak gibi değildi. Göğüs göğüse çarpışmalar yaşanırken fiziksel üstünlük kimdeyse galibiyet de onundu. Meydanda kim daha çok dayanıyor kim daha sert vurabiliyorsa galibiyet onundu. Ganimete ulaşmanın, daha çok tarla sahibi olup daha çok ekin ekmenin ve daha çok yiyecek sahibi olmanın ön koşulu fiziksel olarak daha güçlü olmaktı.

Güç, bir annenin evde daha güzel yemekler yapabilmesi demekti. Çocuğuna daha güzel yemekler yedirmenin ön koşuluydu güç. Evin erkeği ne kadar güçlü ise o derece av yemeği olur, kabiledeki erkekler ne kadar güçlü ise o kadar ekecekleri bahçeleri olur ve çocuklarını o kadar beslerlerdi. Annelik şefkatini çocuklarına gösterebilmenin en önemli koşullarından biriydi güç. Ve bu da evin erkeğinde vardı. Yaşamlarını devam ettiren, çocuklarına daha güzel yiyecekler sunabilen, soğuktan daha çok koruyabilen kürkler sunabilen şeyin adı güçtü ve bu da erkeklerde vardı.

Kadınlar yaşamlarını devam ettirme sorumluluğunu fiziksel gücün sahibi erkeklere devrettiler. Evin erkeği harcadığı güce karşılık baskınlık kuruyordu. Her şey karşılıklılık ilkesine göre şekillendi. Kadın, kendisinin ve ev halkının yaşamını devam ettirme sorumluluğunu evin erkeğine yüklerken, evin erkeği de harcadığı gücün karşılığı olarak otoriterleşti. Bu otoriterleşmeyi, hem kendi hemde annelik şefkatiyle çocuklarının yaşamını güzelleştirmek adına kadınlar kabullendi. Ya da onlar için bir yaşam koşulu haline gelen bu duruma boyun eğdiler.

Türk toplumu ataerkil mi yoksa anaerkil mi tartışması bitmeyecek bir tartışmadır. Bana göre bazı dönemler Türkler anaerkil bazı dönemler ise Türkler ataerkil olmuştur. Türk kadınlarının eski zamanlarda erkekler gibi yay kullanabildiği, avlanabildiği tarihi bir gerçektir. Erkekler savaşlara gittiğinde, Türk toplumunda kadınlar bulundukları bölgenin koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Başka hiçbir millette İskit hükümdarı Tomris Hatun gibi destansı hikayeleri olan, Uygurlar hükümdarı Moyen Çor (Bayan Çor) gibi anıtları dikilen kadın hükümdarlar olmamıştır. Bazı toplumlarda kız çocukları utanç sebebi sayılıp diri diri gömülürken, islamiyetten önce de islamiyetten sonra da Türk devletlerinde, önemli kararlar alınan meclislerde, kurultaylarda hükümdar eşleri yer almıştır. Hükümdar eşinin, elçi kabul etme, hükümdarın yokluğunda ona vekalet etme, kendi askeri birliği oluşturma gibi yetkileri vardı.

Türk kültürünü benimseyen, Türk mü değil mi tartışmaları yaşanan Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın ordusuna  “Ben sizin hanınınızım, bu da benim Han’ım Börte” diye seslenerek eşini göstermiştir. Hanım kelimesi toplumumuzda buradan gelmektedir. Yakın geçmiş zamana geldiğimizde, milli mücadele dönemimizde büyük bir kitleyi ardından sürükleyen Nene Hatun vardır. Ardına Türk askerlerini alarak, onları örgütleyerek büyük bir bağımsızlık mücadelesi vermiş ve destanlaşmıştır. Türk toplumunda kadına verilen değer, kadın erkek eşitliği, tarihe baktığımızda çoğu “medeni” toplumdan daha fazladır.